Ekim 11, 2013

Yara izi

------------------------------------
Cok uzun bir suredir yazmiyorum birseyler. Aslinda yazmak istemiyor degilim; sadece bir turlu kafami toparlayip yazacak kivama gelemiyorum. Su an da cok o kafada degilim aslinda ama Youtube gezintilerimden biri beni birseyler paylasmaya itti.
------------------------------------
Yara izi, vucudun belli bir kisminin kesilmesi, delinmesi veya cizilmesi sonucu olusan yaranin iyilestikten sonra biraktigi ize deniyor. Bedende biraktigi izlerden oturu genelde cesitli hatiralarin nesnesi olarak tasir insanlar yarayi. Hakkinda cok da soylenecek bir sey yok yara izinin.
Youtube'da komikli video ararken bunu buldum, ulkemizde bu tip fiziksel sorunlari bir sekilde mecazi anlam kattigimiz icin olsa gerek, yara izi, kalp agrisi, mide fesati cok onemli ask tarifleri icerisine giriyor.
##
Zaman hiç bir şeyi düzeltemez sadece üzerini örter.
Sakladığın acılar bir gün mutlaka ortaya çıkar.
Herkes zamanı geri alabilmek ister,
Kimi eski güzel günleri tekrar yaşayabilmek için,
Kimi yaptığı yanlışları düzeltebilmek için,
Kimiyse sadece yaşadığını hissedebilmek için ister bunu.
Gelecekten korkanlarsa zamanı durdurmak ister,
Her şey o kadar iyidir ki, bunun bozulmaması için çaba gösterirler.
Ama kimse şu anın değerini bilenler kadar mutlu değildir.
Geçmiş de gelecek de onlardadır.
Bazılarıysa zamanın ta kendisi gibidir,
Ve her insan zamanın dünya üzerinde bıraktığı birer yara izidir.

##

Aralık 21, 2012

Guzellik

Guzellik, hoslanma duygusuyla oldukca ic icedir. Hoslanma duygusu uyandiran seyler estetik yonden ruhumuzu oksadigi icin genel itibariyle hoslandigimiz seylerin guzel olma ihtimali oldukca yuksektir. Dolayisiyla bir nesnenin ya da kisinin guzelligi hoslananin elindedir diyebiliriz. Bu da guzellik olgusunun oldukca goreceli bir olgu oldugunun gostergesidir. Halk dilinde guzellik, kayirma, iltimas gecme veya indirim anlamlarinda kullanilabilir. "Ablacigim bize bir guzellik yapsan olmaz mi?" sorusundaki 'guzellik' kayirma istegine bir ornek olabilir. Ben eski zamanlarda bir kiz arkadasimi 'guzellik' diye cagirirdim, ne kadar hoslanirdi bilmiyorum pek tabii ki ama ben guzel oldugunu dusundugumden oyle cagiriyordum onu. Guzellik yarismalari var bir de, kadinlarin hangisinin daha guzel oldugunun belirlenip dunya ve Avrupadaki benzerleriyle yaristirildigi TV programi/yarisma. Guzellik/merkezi salonlari var, genelde kadinlar icin oluyorlar, sac bas yaptiriliyor, manikur pedikur falan.

Biraz once de okudugun uzere guzellik oldukca goreceli bir kavram. Bana gore guzel olan elmali tart sana gore cok yumusak ve kotu olabilir. Veya bir arkadasimin begendigi, guzel, cok hoslandim dedigi kiz, bana bir pacavra izlenimi verebilir. (Genelde de bu olur zaten). Genel gecer bazi guzellik tanimlari da yok degildir pek tabii ki. Eger ruhunu seytana satmadiysa insan, bir kisiye karsi kibar davranmak guzel bir davranistir. Vejeteryanlari dusunmezsek, aspavada yedigin soslu doner durum her turlu guzeldir. Yahut, Megan Fox isimli  aktrisin Transformers isimli filmdeki gorunusu oldukca guzeldir. Boyle genellenen ornekleri gorunce, guzelligin belli bir normu olabilir diye dusunmeden edemiyor insan. Yukaridaki gorecelilik olayini biraz sorgular oldum dolayisiyla. En guzel araba herkese gore degisebilir, ama Ferrari markasinin urettigi arabalara cirkin diyenlerle bir oturup konusurum, kac tahtan eksik haci senin derim? Veya ne bileyim, bazi takim elbiseler var dukkanlarda, bayagi guzeller, kumaslari degisik, hem parlak gibi hem de mat ama ustune giyince hem rahat hissediyor insan hem de oldukca hos gorunuyorsun. Daha guzeli pek tabii ki vardir, bodur bir kisinin ustunde cok guzel durmayabilir ama o takimlar digerlerinden guzel. Bunlari dusununce, guzellik her ne kadar goreceli de olsa, aslinda her goreceli seyde oldugu gibi cesitli normlardan bahsetmek anlamsiz degil.

Ornek vermek gerekirse, ben cok da guzel bir sey degilim. Hic olmadim. Annem oldukca guzel olsa da, babamin genleriyle bana gecen oldukca ufak cenem ve universite yillarinda aldigim kilolar sebebiyle insanlara pek de hos bir goruntu vermiyorum. Bilakis, tanidigim pek sevdigim bir Amerikan arkadasim, kollarinda ve bacaklarinda benden fazla kil olmasina ragmen sirf o kocaman gozleri ve sekli guzel yuz hatlariyla oldukca guzel gorunuyor. Kendine hic bakmasa da, her turlu o kiz guzel ve benim de dahil oldugum guzel olmayanlar grubu var. Bu oldukca adaletsiz mi, evet. Ama ne adaletli ki sonucta. Dunyada bir cok insanin salak olmasina karsi olmadigim gibi, cok az insanin guzel olmasina da karsi olmamam gerekir. Hem estetik operasyonlar da cikti, bir de ben ne zaman guzel gorunmeye bu kadar takar oldum? Bunlar cok onemli sorular.

Kapanisi Oscar Wilde ile yapabiliriz: "Güzellik bir tür dehadır -aslında dehanın da üzerindedir, çünkü anlatılmaya ihtiyacı yoktur-. bu, dünyanın, güneş ışığı, ilkbahar ayları ya da ay dediğimiz bu gümüş renkli kabuğunun koyu renkli suda yansıması gibi dünyanın yadsınamaz olgularından biridir. onu sorgulamak imkansızdır. ilahi bir hukuk onu egemen kılıyor."

Ekim 29, 2012

Latin

Latin denilen şey eski bir Italik halktir. Su anda Italya'nin Lazio (Roma ve etrafi) bilgesinde yasayan kisilerin bir aile soyadi dolayisiyla kazandiklari isimdir. Latince diye de bir dil var. An itibariyle olu bir dil olmakla beraber, gunumuzde unlu olan Avrupa dillerine hem dil bilgisi hem de soz dagarcigi bakimindan oldukca katkida bulunmus bir dildir. Latin dilleri diye bir sey de var. Bu grupta benim bildigim yedi adet dil var. Ispanyolca, Italyanca, Fransizca, Portekizce, Rumence, Katalanca ve Isvicre'de 50 bin kisinin konusabildigi Romence. Latin alfabesi veya Roman alfabesi isimli bir alfabe cesidi de var. Antik Yunan alfabesine yandan yedirilerek gelismis degismis bir alfabe. Yaklasik 2700 yillik bir gecmisi olmakla beraber, emperyal donemlerinde Avrupali toplumlarin dunyanin her tarafina yaydigi alfabe olmustur. An itibariyle Cin, Hindistan, Rusya ve Arap devletleri kullanmiyor olsalar da, aslinda kullanmaktadirlar. Genel itibariyle internetin ve dil ogrenimin yayginlastigi bu donemde, Latin alfabesi dunyada her yerde goruluyor, birazcik egitimli bir kisi tarafindan da rahatca okunabiliyor (oyle veya boyle).

Bugun 29 Ekim, Turkiye Cumhuriyeti'nin dogum gunu olarak bakabiliriz. Ben kucukken guzel bir gundu. Polatli'da kucuk de olsa stadyuma gider, siirler dinler, kurulmus olan cumhuriyete 'Mutlu yillar sana' derdik. Ani olarak hos yerleri vardir, kucukluk sonucta. Yaklasik 15 yil sonra ben su an Amerika'dayim.

Gece olmus bilmem kac, yapilacak bir suru is var. Cesitli platformlarda, Turkiye'deki insanlari izleyerek vaktimi olduruyorum. Bazen inanilmaz seyler gormuyor degilim. Insanlarin dusunce ozgurlugune saygim sonsuz, ama dusuncelerine saygim olmamasi da pek dogal karsilanabilmeli. Ulkede karsisindakine saygi gosteren guruh cok sinirli oldugundan, pek saglikli bir tartisma beklemiyorum.

Bugun insanlar Ankara'ya gidemiyorlar, cunku biyikli bir sizofren insanlarin cumhuriyete nice mutlu yillara demesini, kendisine kotu sozler soylenmesini istemiyor. Bu insanlarin basitce anayasal haklari cigneniyor (bkz: seyahat ozgurlugu). Tum bunlar olurken insanlar Kemal Ataturk'un devrimlerini tartisiyorlar. Fikrimce, bazilari bilakis tartisilmali. Putlastirmaya kadar giden sacmaliklara son verilmeli. Bir de diger taraf var ki, evlere senlikler. Trolleri saymiyorum ama sosyal medya platformlarini biraz takip ederseniz demagojik olarak, insanlarin ne derece degisebildigini gorebilirsiniz. Cok degil 10 yil once insanlar Ataturk'u putlastiriyorlardi, simdi genel kani Ataturk'un millete kotuluk yaptigi yonunde ilerliyor. Burada Turk insaninin ne kadar kivrak oldugunu gorebiliyoruz. (Isbu kivraklik terimi, ikiyuzluluk olarak da algilanabilir) Bu kotuluklerden biri de Arap harflerinin kaldirilmasi olarak gosteriliyor. Sebep olarak ise bu harflerle yazilmis olan pek cok klasik Turk edebiyati eserinin su an deger gormemesine dem vuruluyor. (Sapka devrimi olayini da biri kaldirsa biz de rahatlasak notunu da eklemeliyim) Orada eski bir kultur oldugundan bahsediliyor, o kulturun ileri nesillere aktarilamadigindan soz ediliyor. Dogru aslinda, ben Nedim falan bilmem, Fuzuli de bilmem, dini eserlerle zaten cok aram yoktur. Ama mesela ben Yunus Emre'yi rahatca okuyup anlayabiliyorum. Bahsedilen kultur mirasi aslinda kullanilan alfabeden ote kullanilan dilden geciyor. Alfabe denilen sey, agizdan cikan sesleri sistematik bir sekilde kodlamaya yarayan bir kavram. Olayin onemli tarafi yararcilik aslinda, hangi alfabenin daha yararli oldugunu tartisabiliriz. Ama kultur mirasimizin alfabe yuzunden yok oldugunu soylemek biraz anlamsiz olur. Neden? cunku bahsedilen kultur mirasi benim icin, benim dilimde yazilmamis. Ben simdi Rusca siir yazsam, sirf Turkiye vatandasiyim diye Turklerin kulturu olmuyor ki. Cok afedersin ama sikimsonik bir diller butunuyle (bahsedilen dil: Osmanlica), sanat sanat icindir bak ne guzel yazdim diye dalarsan ise olmaz. Ben halk olarak anlayamadigim kultur mirasini ne yapayim.

Bazen sinirleniyorum, insanlarin ne kadar aptal olabilecegini dusunuyorum. Hayal gucumu zorlayan aptalliklar goruyorum. Biraz sakinlesince daha iyi kavrayabiliyorum bu anlam ifade edemeyen insan guruhunu. Kucukken kisilere koyun denmesini anlayamazdim, su an daha iyi anlayabiliyorum.

Eylül 03, 2012

Fotoğraf

Fotoğraf bir görüntüyü belli bir yüzey üzerinde sabitleme işlevine verilen isim. O kadar zor bir şey değil aslında yapması. Eskiden daha zordu. Hatta daha eskiden normal insanlar için neredeyse imkansızmış. Foto kısmı aslında ışık demek, graf  kısmı ise çizme/çizgi gibi bir şey olsa gerek. Kısacası fotoğraf ışıkla resim çizmek olarak algılanabilir. Fotoğraf ve resim genelde birbirleriyle eşzamanli kullanılabilen kelimeler. Ama resim biraz daha genel, açıklamak gerekirse resim fotoğrafla beraber çizilen boyanmiş pek çok şeyi de kapsıyor.

Bunun dışında fotoğraf olayı şu zamanlarda çok gelişkin. Herkesin elinde bir adet fotoğraf makinesi görülebiliyor. Bununla beraber, cep telefonları artık asla cep telefonları değiller. Artık satılan cep telefonlarının neredeyse hepsinde bilmem kaç megapiksellik kamerası var. Pek hatta Nokia 20 küsür megapiksel falan koyacakmiş son çıkaracaşı alete. (İç ses: telefon yerine teleskop yaptiıklarını sandılar) Böyle olunca tabii herkes her an fotografınızı çekebiliyor. Her an facebookçuluk yapabiliyorlar. Fikir basit ve sağlam: Fotografını çek ve yukle, birileri seni sevdimcilik oynasin. Bugün mesela yapmadığım bir şeyi yaptım ve hiking'e gittim. Hiking'i çok sevmiyorum. Öyle dağ tepe tırmanmanın ismi hiking olmuş. Bir de herkesin elinde fotoğraf makinesi, çaktırmadan beş on tane resmim çekilmiştir. Pek hatta bir adet Koreliyle de resmim var. Facebook'da var mı bilmiyorum ama her ne kadar hiking bana çok amaçlı gelmese de sonuçta insanlar sanki hiking'e fotoğraf çekmek için geliyormuş hissi yaratılıyor. Aaa bakın çok güzel tırmanırım.

Bununla beraber ben çok fotoğraf sevmem bir üst paragraftan da anlayabileceginiz gibi. Annemle kavga etmişliğim bile vardır aslına bakarsanız. Kavga değil de biraz bozulmuşluk diyelim. Bugün oturduğum eve geri geldiğimde buzdolabında bir şey fark ettim, oda arkadaşım çocukluk fotoğrafını koymuş. Şöyle bir an düşündüm benim ailemle bir fotoğrafım var mı diye yanımda. Yok. Sonra bir daha düşündüm dijital bir fotoğrafım var mı diye. O var sanırım. Ama yine de insan bazen kendine soruyor anne baba falan önemli değil mi, niye getirmedin diye. Gayet önemli aslında, niye getirmediğimi bilmiyorum. Düşünememişim.

Temmuz 29, 2012

Ankara

Ankara Türkiye Cumhuriyeti'nin (1923'ten günümüze) başkentidir. Nüfusu 4.5 milyon civarındadır ama nüfus sayımları sırasındaki ufak katakulleleri düşünürsek 5 milyona ulaşacaktır gerçek nüfusu. Türkiye'nin nüfus, ekonomi, yerleşim alanı gibi pek çok alanda ikinci sıradaki şehridir. Yanlış bilmiyorsam da Konya ve Sivas'tan sonra yüzölçümü en büyük 3. şehirdir. Bununla birlikte benim memleketim ve son 5 yıldır da yaşadığım yer.

Ankara'da sembol olabilmiş üç adet hayvan da var. İlki kedisi. Bayağı güzel bir kedi olmakla beraber bir kaç kere gördüm hayatımda. Diğer ikisi ise keçisi ve tavşanı. Bunlar da kedisi gibi olabildiğince tüylü pufuduk denilebilecek hayvanlar.

Tarihsel olarak Ankara'da pek bir olay olmamıştır. Ankara Savaşı falan vardır 1400lerin başında Timur ve Yıldırım Bayezid arasında geçen. Ankara Anlaşması var 1921 Fransızlarla yapılan. Onun dışında antik çağlarda bronz çağından gelen sevgili uygarlıklarımız Hititler, sonra Frigler, Romalılar ve Pontus Yunanları geçmiş. Şehir pek tabii ki susuz olduğu için pek rağbet görmüş olmasını beklememiz enteresan olurdu. İsmini de Yunanca'da "Ankyra" olarak geçen "Anchor" yani çıpa kelimesinden aldığını rivayet edenler de yok değil. Sonra işte çeşit çeşit uygarlıkların da etkisiyle pek çok isim sağlanmış Ankara'ya. Bunlardan bazıları: Ankyra, Ancyra, Angora, Engürü... Kısacası Ankara'nın pek çok isim varyasyonu olmakla beraber tarihte üzerinde bulunan hiç bir devletin önem arz eden bir şehri olmamış. Bilakis 1920lere kadar herhangi bir kimsenin de ismini bildiğini hiç sanmıyorum.

Neyse işte sonu sonu cumhuriyetin ilanından sonra Ankara ufak bir kasabadan bir metropole dönüşmüş. Ben bile bu büyüyüşe an itibariyle tanıklık ediyorum. Küçük yaşlarımdayken Ankara'nın sonu olarak tabir edilen yer ile şu an Ankara'nın en kenar mahallesi arasında kilometrelerce fark var. Ben büyüdükçe o da ısrarlı büyümesini sürdürüyor.

Bunlarla birlikte Ankara'yı pek çok insan sevmez. Özellikle deniz kenarında yaşamış, gün geçirmiş, büyümüş olan insanlar. burası ne biçim şehir derler. Denizsiz şehir mi olur derler. Yahut ufak yerlerden gelen insanlar çok büyük, İstanbuldan gelen insanlar çok küçük bulurlar. Pek çok kişi, çok farklı yönlerden Ankara'yı sevmez. Memur kenti derler. Gri derler. Ve pek de haklılar aslında. Ankara düz bir şehirdir. Turistler için hiç bir anlam ifade edebileceğini sanmıyorum Ankara'nın. Yerine göre büyüktür ve küçüktür. Denizi bırak doğru düzgün su kaynağı bile yoktur. İşte tam burada aklıma hep soru gelir. Madem o kadar kötü şehir, niye geliyorsunuz? Zorla mı getirdim ben sizi buraya. Siz gelmeseniz Ankara yüksek ihtimal daha yaşanabilir bir şehir olacak. Daha kendine özgü bir yer olacak. Yok hem gelip hem de vay efendim Ankara çirkin, iğrenç kaka derler. Şimdi insanın bir şoven edasıyla "ya sev ya terk et" diyesi geliyor böyle adamlara.

Aslında Ankara'nın en güzel özelliği sevmek için belli bir nedeninin olmamasıdır. Yani aileyi sever gibi sevebilir insan Ankara'yı. Hayatta herkesi herşeyi her yeri estetik kaygılar güderek mi seviyorsun. Mavi gözlü ve memeleri büyük olduğu için sevmen gerekmez insanları. Anneni de sevebilirsin.

Ben de mesela hem annemi hem Ankara'yı bırakacağım. Gariptir aynı evde, aynı şehirde hayatımın %35'ini geçirdim diyemiyorum. En uzun kaldığım yer Samsun. Orada da yaz tatillerini çıkarırsan toplamda 6.5-7 yıl geçirmişimdir. Çok üzülmüyorum gittiğime aslında. Biraz tırsmıyor değilim ama, yeni yere alışabilir miyim alışamaz mıyım diye sorular var kafamda. Geri sayım yapmaya başlamadım. Toplamda çok zaman kalmadı ama, 13 gün. Son güne kadar normal sürdüreceğim hayatımı. Gün geçtikçe histerikleşir çünkü böyle şeyler. Sonuçta iyi kötü bir şekilde ben Ankara'ya dönerim bir şekilde. Ne zaman nasıl olur orasını bilemiyorum ama.